HOŞGELDİNİZ
Ben Uzman Klinik Psikolog Aylin Evrankaya.
Çocuk ve genç ruh sağlığı alanında öğrenmeyi sürdüren ve öğrendiklerini zihin süzgecinden geçirdikten sonra yaşama ve klinik uygulamalarına aktarmaya çalışan bir psikoloğum.
Çalışmalarımı danışanlarımın en yüksek yararını gözeterek hem gelişimsel hem de klinik psikoloji perspektiflerinden yaklaşarak sürdürmekteyim.
Blogger Psikolog, gündelik yaşamda yaşantılanan ve tanık olunan pek çok hayat hikayesindeki küçük karelerden gözlemlenenleri, bilimsel araştırmaların ışığında ve güncel bilgilerle harmanlayarak çocuklara, gençlere ve ebeveynlere yönelik paylaşımların bulunduğu bir platformdur.
Paylaşımlar, biricik deneyimlerden ve yaşantılardan bütüne vararak gene biricikliğe hitap etmeyi amaçlamakta ve seans odasındaki her biricik vakadan deneyimlediklerim ve gözlemlediklerim ile düzenli takip ettiğim güncel araştırma bulguları ile sıklıkla güncellenmektedir.
SEANS ODASI GÜNDEMLERİ
Çocuk ve Genç Psikoterapisinde Neler Konuşabiliyoruz?
Odasından hiç çıkmıyor.
Ergenlik dönemine giren ebeveynlerin seans odasına sık getirdiği gündem başlıklarından bir tanesidir. Ebeveynler de ergenlik dönemine girmektedir çünkü ergenlik bütün aileyi kapsayan bir gelişimsel dönemdir. Bireysel değişimlere ek olarak anne-çocuk, baba-çocuk, anne-baba-çocuk ve kardeşler gibi pek çok sistemin de etkilendiği bir dönemdir. Aile çocukluk dönemi ile vedalaşır ve ebeveynler çocuklarının geçirdiği değişimler ile birlikte bir yas duygusu yaşayabilir, çocuğunu kaybettiğini hissedebilir. Oysa gencin göbek bağı hala ailesine bağlıdır ve sadece toplumun içerisinde kendisine bir kimlik aramaya başlar. Bu dönemin içerisindeyken aile, genç ile hemen hemen eskisi gibi vakit geçirmek ister. Buradaki eskisi kavramı çoğunlukla çocukluk dönemini ifade eder. Çocukluk döneminde çocuk, ebeveynin isteklerini daha kolay kabul edebilir ve işbirliği daha kolay sağlanabilir. Oysa genç, kendi özerk alanında benliği ile baş başa kalmaya ihtiyaç duyar çünkü o alanda hayatının kontrolü ondadır, o alan ona aittir ve o alanda “Ben Kimin?” sorusuna cevap aramaktadır. Bu yönden de gencin odası onun kendisine ait, özerk bölgesidir ve orada daha sık vakit geçirmeye hem ihtiyaç duyar hem de kendisini güvende hisseder. Bu dönemde genç ve aile, “ben” alanı ile “aile” alanı arasında yeni bir denge kurmaya ihtiyaç duyar. Ebeveynin, gencin “ben” alanını tanıması ve aynı fikirde olmasa bile saygı duyması bahsedilen dengenin ve ebeveyn-genç işbirliğinin kurulması için oldukça önemlidir.
Okula yeni başladı ve beni yanından ayırmıyor.
Anaokulu ve ilkokul başlangıçlarında sıklıkla yaşanabilen bir durumdur. Çocuk henüz okul ile güvenli bir bağ kurmamıştır ve okulda kendisini güvende hissedemez. Öğretmenleri ve arkadaşları ile de güvenle ilişkilenemez ve kendisini okuluna da ait hissedemez. Bundan dolayı, çocuk güvenli bağ kurduğu bir yetişkinin varlığı ile okul ile güvenli bir bağ kurmaya çalışır. Çocuk, bu yetişkini okulda referans ve güven noktası olarak konumlandırır ve belirsizliklerde onun tepkilerine göre hareket eder, korktuğunda ve sıkıldığında da onun güvenli kolları arasında sakinleşmek ister. Gelişim psikolojisinde bu kavram sosyal referans alma (social referencing) olarak adlandırılır.
Ödevlerini hep erteliyor ve son dakikaya bırakıyor.
Okul kimi çocukta ve gençte yoğun stres uyandırabilmektedir. İnsanlar baş etme becerilerinin üzerinde olduğunu veya nasıl baş edeceklerini kestiremedikleri konular karşısında stres yaşarlar. Stresle karşılaşıldığında insanların sempatik sinir sistemi devreye girer ve insanların kalp atım hızı, kan basıncı ve nefes alışverişleri değişir ve insanlar savaş veya kaç tepkisini vererek dengelenmeye yönlenirler. Ödevlerin, ders çalışmanın stres yarattığı bir öğrencide de kaç tepkisinin ortaya çıktığı düşünülebilir. Bu kaç tepkisi performans veya zaman yönetimi ile ilgili yoğun kaygı veya öğrencisinin sahip olduğu öğrenme ve dikkat becerilerinin ders yükünü kaldıramamasından veya da öğrencinin ödev yapmak ve ders çalışmak için yeteri kadar harekete geçme isteğinin (motivasyon) olmamasından kaynaklanabilir. Kaç tepkisinin altında yatan zorlanma ve ihtiyaç tespit edildiğinde öğrencinin ödev ve ders çalışma düzeni yeniden şekillendirilebilir.
İstediği bir şeye “hayır” dediğimizde
çok ağlıyor, kendini yerlere atıyor.
Çocukların ve gençlerin isteklerini duraklatma, erteleme ve gerektiğinde değiştirme ile duygularını düzenleme gibi bilişsel becerileri, soyut düşünce gibi bilişsel becerilere göre daha geç gelişir çünkü bu beceriler ön beyinde yer almaktadır. İnsanın ön beyni ise en geç gelişmeye başlayan organdır. Okul öncesi dönemde olan, başka bir deyişle 6 yaş altındaki çocuklar onlara: “Şimdi istiyorsun. O zaman hemen şimdi senin olacak!” diyen alt beyinleri ile hareket ederler. Alt beyin duygulanımların, dürtülerin ve arzuların yoğun yaşandığı bir bölgedir. Çocuğun henüz kendisini düzenlemesinde destek alacağı, mantıklı düşünme becerilerini gösterebileceği ön beyin bölgesi de gelişimini tamamlamamış olduğundan çocuk ön beynini yeteri derecede kullanıp duygularını düzenleyip, isteklerini erteleyemez ve sakinleşemez. Bu yüzden çocuk istediğini elde etmek için bağırabilir, ağlayabilir ve kendisini yerlere atabilir. Amacı ebeveynine üstünlük sağlayıp dediğini yaptırmaktan ziyade yaşadığı gerçeklik kendisini sakinleştirememektir. Dolayısıyla çocuk istekleri mantıklı olsun veya olmasın sadece ister. Bu durumlarda çocuk, ebeveyninin o anda ne kadar zorlandığını anlamasına ve sakinleşmek için ebeveyninin sakinliğini kaynak olarak kullanmaya ihtiyaç duyabilir. Ebeveynin duygu düzenleme becerilerini de keşfetmesi ve uygulamaya geçirmesi kendi iyilik haline ek olarak çocuğunun duygu düzenlemesi için de oldukça önemli bir yer tutabilmektedir.
Bize karşı çok agresif ve hırçın davranıyor.
Agresif ve hırçın kelimeleri, ebeveynin çocuğunun kendisine yönelik davranışları ile ilgili düşüncelerini ifade ediyor ve zorlanmalarını işaret ediyor olabilir. Peki çocuk bu ifadeleri duyduğunda bunları görebilir mi? Ebeveynini anlayabilir mi? Ebeveyn bu ifadeler ile çocuğu ile işbirliği kuramamaktan dolayı kendisini çaresiz, öfkeli ve kırgın hissettiğini anlatmak isteyebilir. Sadece “uslu”, “agresif”, “hırçın” gibi pek çok kelime davranışa bir etiket getirir ve çocuk bu etiket ile aynı fikirde değilse kendisini tehdit altında hissedebilir ve odaklandığı ebeveyni anlamaktan ziyade ona o etikette olmadığını göstermek olabilir. Bu hepimizin hissedebildiği insani bir durumdur. Ebeveynde kendi bireysel ilişkilerinde benzer etiketler ile karşılaştığında benzer bir tepki gösterebilir. Bu durumda etiketin arkasını görmeye çalışarak, kapıyı yüzüme çarparak bana ne anlatmak istiyor olabilir demek anlamak ve anlaşılmak için önemli adımlardan bir tanesidir. Neden ebeveyn bunu düşünmeli? Sevgili Ayşe Bilge Selçuk Hocamın bir eğitiminde dediği gibi çocuk ocağın üstüne gelen yumurta ve tereyağı ise ebeveyn pişme derecesini ayarlayan ocaktır. Bir diğer deyişle, duygu düzenleme, mantıksal becerileri gelişmiş olan ebeveyn, çocuğunun da mantıksal beceri gelişimini desteklemek, çocuğun kendisini ve duygularını anlamasında yardımcı olmak ve kendisini de duyulan anlaşılmak istenen bir birey olarak çocuğun dünyasında var etmek için bunu düşünmeye ihtiyaç duyar. Bu sayede çocuk öfkesini anlatmak için kapıyı çarpıp, duvara vurmaktansa kelimelerini kullanmaya yönelebilir.
Kendimi hiç beğenmiyorum.
Beden ile ilgili doğduğumuzdan itibaren neler deneyimliyor olabiliriz? Bize güzelsin, kısasın, uzunsun, çok zayıfsın ve çok kilolusun denmiş olabilir mi? Sosyal hayatımızda bedenimiz ile nasıl var oluyoruz? Diğer insanlardan aldığımız değeri veya değersizliği bedene mal ediyor muyuz? Hayatımızda beden ile ilgili ne gibi konuşmaların döndüğü alanlarda bulunuyoruz? Tüm bu sorular ve daha fazlası bedeni ve kendi bedenimizi nasıl algıladığımız konusunda ipuçları sunabilir. Bu algı bedenin hızlı değişim gösterdiği gelişim dönemlerinden de oldukça etkilenebilmektedir. Gençlik dönemi bunun en önemli örneğidir. Kimi zaman yaşanan zorlu duygular bedene yüklenebilmekte ve beden o duygunun sebebi haline gelebilmektedir. Güncel metinlerde bu durum beden suçlama (body blaming) olarak geçebilmektedir. Burada duygu kanalları ile bedeni ayrıştımak ve beden algısını keşfederek yeniden şekillendirmek önemli olabilir.
Okula gitmek istemiyorum.
Okul, çocuğun ve gencin evinden sonra en çok vakit geçirdiği, sosyalleştiği, kendisini geliştirdiği, yeni bilgiler ve beceriler öğrendiği bir alandır. İnsanın bulunduğu ortamlarda karşılamaya çalıştığı çeşitli duygusal ihtiyaçları bulunmaktadır. Susadığımızda su içmeden durmak ne kadar zorlayıcı olabiliyorsa, bu ihtiyaçları yoğun olarak karşılayamadan belirli bir süre durmak da o denli zorlayıcı olabilir. Öğrenci okula ait hissetmeye, arkadaşları ve öğretmenleri ile ilişkilenebilir olduğunu ve bağlanabildiğini hissetmeye, önüne çıkan görevlerde yapabilirimi hissetmeye, kendiliğini ortaya koyacak özerk alanı hissetmeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçların karşılanmaması okul ile olan bağlantıyı ciddi ölçüde zedeleyebilir. Buna ek olarak, öğrencinin baş edemediği herhangi bir veya birden fazla stres kaynağı da yer aldığında, sempatik sinir sistemi aktive olur ve beyin bedene kendini güvende hissedip dengelenebilmesi için savaşmasını ya da kaçmasını söyler. Bu durumda da öğrenci okuldan uzak durmak isteyebilir. Öğrencinin okul ile güvenli bir bağlantı kurması için ihtiyaç duyulan kaynakların keşfedilmesi bu konu da oldukça önemlidir.
Odama giremiyorum. Karanlıktan biri çıkacakmış gibi geliyor.
İnsan zihni sürekli çevresini anlamlandırma çabası içerisindedir. Bu çaba içerisindeyken karşısına çıkan olgular ile ilgili önceki bildiklerini, inançlarını, olgunun bulunduğu koşulları da göz önünde bulundurmaya çalışır. Çocuklarda da bu çaba gözlenmekte ve bulundukları gelişim döneminin bilişsel özelliklerine göre anlamlar şekillenebilmektedir. Mesela, okul öncesi dönemde olan bir çocuk içerisinde bulunduğu fantastik düşünce döneminden dolayı odasında oynarken cama vuran ağaç dalını bir canavarın eli zannedebilmektedir. Bu durum çocuk da bir korku oluşturmakta, çocuğun sempatik sinir sistemini harekete geçirerek kendisini güvende hissetmesi için savaş ya da kaç tepkisini vermesi gerektiğini söylemektedir. Bu durumda çocuk da güvende hissettiği annesinin ve babasının yanına kaçarak korkusu ile baş etmeye çalışır. Odasından da tekrar aynı korkuyu yaşamamak için uzak durabilir. Benzer bir durum farklı gelişimsel döneminde olan çocuklarda ve gençlerde de görülebilmektedir. İlkokul ve ortaokul dönemlerinde maruz kalınabilen ama beynin tam anlamlandıramadığı çeşitli ürkütücü içeriklerde de çocukların ve gençlerin kendilerini sakinleştirmelerini zorlaştırabilmekte ve onlarda odalarından uzak durabilmektedirler. Bu durumda, çocukların ve gençlerin kendi duygu düzenleme becerilerini keşfedip kullanmayı öğrenmeleri önemlidir.